İki bulutun arasına sıkışmıştı güneş. Ara ara sıcacık ısıtıyor, sonrasında bulutun ardından bizi gözlüyordu. Sanki, O’nsuz hayat nasıl gidiyor izler gibi.
Akşam olmak üzere. Şehrin göbeğinde devam eden bir koşturmaca. Kimi bütün gün çalışmış, yorgunluğunu omuzlarına yüklemiş evine gitmek için bineceği vasıtaya yetişmeye çalışıyor. Kimi okuldan saatler önce çıkmış ama maratonda rakiplerinden geride kalmamak için gittiği kursa yetişebilme telaşında. Kimi bütün gün gezmiş, dolaşmış tatlı bir savurganlıkla “Buradan sonra, şimdi nereye gitsek?” diye elinde telefon plan yapma derdinde.
Oradan ben de omzumdaki yorgunluğumu sırtımdaki çantama koymuş, tramvay durağına yürüyorum. Durakta sıra beklerken gülüşen, şakalaşan gençler, hoşsohbet eden Nineler ve Dedeler, kafasında bir sürü soruyla dalgın erişkinler görüyorum.
Ben de onlardan biriyim işte; Şimdi tramvaydaki bir koltukta, dalgın bir yetişkin. Etrafıma bakınca ne farklı hikayeleri var insanların diye düşünürken başladım yazmaya.
İç Seslerini Duysak Nasıl Olurdu?
Kim bilir gerçekten gülüyorlar mıydı o çocuklar? Acaba evlerinde de böyle güzel kahkahalar atabiliyorlar mıydı? Peki o kır saçlarına rağmen hala çok sağlıklı görünen Melahat Teyze? Kulak misafiri oldum; Arkadaşının ağzından çıkan ismini.
Acaba evine gittiğinde bir nefes karşılıyor muydu O’nu? Bu tatlı kadife sesiyle sohbet edebiliyor muydu yine yuvasında? Ya yalnız yaşıyorsa? Ya kimsesi yoksa gözlerinin içindeki derin ama anlamlı anılarını paylaşabileceği?
Çetin Bey de onlardan biriydi işte. Elinde muhtemelen bütün gün hazırladığı ama bitirmek zorunda olduğu dosyalardan birkaçı. Belki evine küçük oğlu uyumadan vakitlice yetişebilir ise biraz oyun oynayacak, sonra yine gömülecekti dosyaların içine. Eşine hatır sormayı unutmaz değil mi? Evde neler yapmış diye sormadan geçmez, “Ellerine sağlık” demeyi ihmal etmez değil mi?
Ya sen Türkan Hanım? Öğretmen olduğunu anlıyorum elindeki ders kitaplarından. Kıyafet tarzından ve de duruşundan. Eve gittiğinde çocuklarına da vakit ayırmaya enerjin kaldı mı? Çok da bitkin görünüyorsun. Daha eve gidince neler bekliyor seni kim bilir ? Yemekte ne var diye soracaklar, ödevime yardım et diyecekler. Ve eşiniz annemler gelecek yarın hanım diyecek belki.
İzmir Sevgisi
Ayaz ile Berk de Z kuşağı oldukları çok belli olan iki genç yönetici. Muhtemelen havaalanında karşılaştılar ve İstanbul’dan dönüyorlar. Birisi iş toplantısından, birisi de bir seminerden geliyor. Sohbetlerinin ortak noktası “Yaşanmaz bu İstanbul’da. İki günde İzmir’i özledim!..” cümleleri ile doluydu. Bir tebessümle dinledim onları; Vaktiyle İstanbul’da yaşarken, İzmir’i ne çok özlemiş olduğumu hatırlayarak.
Ben de onlardan birisiyim işte bu vagonda. Kah iç geçiriyorum onları izlerken, kah gülümsüyorum söylediklerine. Benim de kafamda bir sürü soru var ve bedenimde, her hücreme yerleşmiş yorgunluk ile beraber evin yolunu tutuyorum.
Bir ara duruyorum ve içimden kendime yüksek sesle sesleniyorum;
Mutlu muyuz hepimiz böyle koşturup dururken?