On iki ayın içinde benim için en anlamlısı sensin sevgili Ekim.
Dört mevsimin içinde hüznü anımsatan, güneşin bile bize biraz uzak durmaya başladığı mevsimin içinde en güzeli sensin. Yaprakların iyice döküldüğü, kuşların artık uzak diyarlara gidip bizi hepten terk ettiği, kararsızlıklarımızla dolu bir aysın sen. Hani evden çıkarken ne giyeceğini bilemediğin, kimi zaman yazdan kalma tatlı bir sıcaklığı anımsattığın, kimi zaman senden sonraki mevsimin esintisini içimizde hissettirdiğin.
Kış korkutur ya çoğumuzu; Üşümekten korkarız, yaşanacak bir sürü tatsızlıkları düşününce panikleriz. Yaz gelirken hep seviniriz. Fakat çok da sıcak sevmeyenlerimiz ısınmasını istemeyiz ya havaların. “Şöyle iyi işte!” dediğimiz sonbaharın en güzeli sensin sevgili Ekim ayı.
Otuz bir günsün takvimlerde ama benim için sen koca bir ayın içinde sadece üç günsün. Doğduğum günün mutluluğu, aile kurduğum günün heyecanı, özgürlüğün adını koyduğumuz ve büyük gurur yaşadığımız gün. İşte bu üç gün için beklerim gelmeni. Seni ne Eylül’ü karşıladığım gibi hüzünle karşılarım, ne Kasım’daki gibi endişeyle.
Heyecanıma misafirlik eder başladığın gün. Hani ilkbahar gelince her yer bir başka renklenir, cıvıldaşır kuşlar coşkuyla; Ağaçlar bile şarkı söyler ya sanki. Bilirim böyle olmaz sonbaharda ne kuşlar, ne de ağaçlar. Bir koşturmacanın içinden çıkıp dinginleşirim seninle. Huzursun benim için sen, mutluluksun, heyecansın ve gurursun. Hadi gel Ekim, benim için gel.
Hani demişti ya şair;
“Vazgeçtim sen Ekim’de gel, Eylül’de herkes geliyormuş.”
Cahit Zarifoğlu